ROBOSKİ...!



Bilirsiniz Kürdistanı
Roboskide vurdular
Dersimde,Koçgiride vurdukları gibi
Şengalde,halepçede vurduklaı gibi


Bilirsiniz Kürdistanı
Ölüm ve katliamların reva görüldüğü coğrafyayı
Kendi ülkesinin,emperyal sınırlarında sürgün halkı

Kendi ülkesinin pasaportlu insanları

Bilirsiniz Roboskiyi

Kendi sınırlarında pasaportsuzları
Kaçakçı,kaçakçıydılar
Katır sırtında,çay,şeker ve mazot taşırdı
Artık o katır,ölü taşır
Bir sınır boyunda,canlı tabutlar
Katırlar

Roboskide ağıtlar,gözyaşlarına karıştı

Kahrediş patlamak üzere kurşuna
İntikamın ateşine karıştı
Çaresizlik Roboskide dirildi
Anaların gözyaşlarıyla

Bilirsiniz işgalcileri
Hep bir savunmanın telaşındakilerini
Roboskide oldu-bitti diyenler gayretindekilerini
Unutmadık biz Roboskiyi !
Unutmadık katil devleti !

Unutmayın Roboski/leri !


*RUBAR ÖZGÜRDOĞAN

Merhaba Sevgili ROZA-3

Gece ihanetlerine boyanmış insanlık, sürüsel yaklaşımların en berbat bireyselciliğini sürdürmektedir ROZA. Müritlerin ordusuna çakılmış yeryüzü aydın gürünümlü sahtekarlar, kazanmaya devam ediyor... Ezilenler ezilmeye devam ediyor. Bu sistem ve bu anlayış, vicdanından yoksun kalamamış yiğitlerin, hesap soracak kadar insanlığı insanlıktan çıkarıp barbarlaştıran bu hayvansal sistemden, hesap sorma hakkı vardır. Vicdan misyonunun gerekliliği bunu emreder. Uygulamalıyım ve uygulamalısın...Uygulatmalıısn insanlığa ve avuç avuç yürüyen insanlığa. Birleşin bu hayvanlara karşı ve vicdanınız neyi afyonlamışsa ona yönelin. Bu vicdan ki sahtekarların insanlığa sindirdiği uyuşuk, insanlık için zehir kokan cehennem külüdür. Ezilenlerin, mazlumların aydınlık ışığıdır. Bu afyon VİCDANDIR ROZA. 
  
Savaş emperyallerin elinde çıkarlara dayanan, halkları düşman eden, sömürge aracı ve çıkar anlayışılarının ezen aracı olarak kirliliğin toplatılmış ve parçalatmaya yönelmenin adıdır. Ezilenler için ise savaş, haksıza karşı hak elde etmek, özgürlüğün teminatını sağlamak ve emperyallerin kirliliğini ortadan kaldırmanın şartlarından biridir ROZA. Bunun için savaş ve zafer kutsaldır bizim için,savaşmayanı ise emperyallerin suçuna ortak olarak görür ve halklar adına onunlada savaşırız ve savaşmaya ikna için teoriyi uygularız ve elbet uygulayacaklar vede uygulamayacaklar çıkacaktır ortaya.Biz zaferi mutlaka alacağız ROZA. Bu savaş tüm ezilenlerin ve ezilenlerin coğrafyasından,bir uçtan bir ucadır. Konuşma dili ise zaferdir.Bu zaferi bizim coğrafyadan, sen haykır.

Bu kirliliği düşün ROZA.İ nsanların o kadar ki sürüklenişi onları çaresizce, bir bardak benzinle kendini derin uykulara atabiliyor ve hiç kuşkusuz bunun tek yol ve kurtuluşun yolu olduğuna dair başka hiçbir düşüncesi yoktur. Şimdi düşünürsek, bir benzinde bize lazım, herşeyi biliyoruz tekrar canlandırmaya yönelik adımları bırakalım. İnsanlığı, insanlık yürüyüşüne ilerletmek zorundayız ki bu bizim yaşamsal alandaki soluklarımız gibi misyonumuz olacaktır ve hiç şüpesizki aydınlık yollar, bedel verilmeden kazanılmıyor. Bu kazanım, genç yaştaki yiğitlerimizi ölüm köklerine salınacak bir savaşa, anaların ise gözyaşına ve kahır sızına karşıan intikam sürüklenişine vesahipliği yapacaktır ama mutlaka ve mutlaka ki bu kavga direncin ve ihanetlerle kazananları biz olacağız ve yıkacağız en derinden ve birdaha ayağa kalkmayacak kadar ağır bir darbeyle. Vuruşlarımız, köreltecektir kapitalizmin ve barbarlığın ideolojisi bireyselciliğin güçlerini.Yıkılacaktır ve bu bize vahiden öte indirilmişlerden öte ve peygamber savaşlarından öte varolamanın ve insanlığın iki gözü olması ilkesinden hiçbir farkı yoktur biz de bu sistemi yıkmaz zorundayız ki iki gözlü bir insan normalliğinde insanca yaşayabilelim. Savaşalım, savaşalım, savaşalım... İnsanı insan tarafından sömürenlerle karşı, bir avuç insanın milyonları yöneten oligarşiye karşı, milyonları yoksullaştıran bir avuç zenginin iktidarını yıkacağız ve kesinlikle dünya çapında gerçekleşecek bir ayaklanmadan bahsediyorum ve her yazdıklarımı bir ayet niteliğinde değil insan olmanın teml ilkesi olan oksijen gibi algılayın ve öyle hareket edin.

Bunu demeye çalısıyorum ROZA. Devrim kaçınılmaz bi gerçeklik. Beni anladığını biliyorum çünkü hiç ama hüç itiraz etmiyorsun...

*RUBAR ÖZGÜRDOĞAN
 
http://www.kaypakkaya-partizan.org/content/merhaba-sevgili-roza

KADIN


Siyah saçlı kadın
Kırık düşlerden koşuyorum sana
Bilinmezliklerin ve tutsaklıkların koynundan
Savaşarak çoğalan umutlarımla
Sana koşuyorum
İplere gerdilirmiş yaşama hevesimle
Karanlıkla tehtid edilmiş siyesetimle
Kurbanlar pazarından can havliyle
sana koşuyorum
Bütün inancımla

Uzun saçlı kadın
Kaç illegalin fikir zanlısıyım
Ve kaç kaçamağın kaçak türküsü
Çalınır sanki tüm ağıtlar bana
Uzanırım sana
Yeniden varedilmiş kutsallıklarla
Ve kendimden kaçacak kadar
Korkarlığımın tedirginliğiyle
Uzanırım sana
Varetmenin umuduyla

Siyah gözlü kadın
Özgürlüğün burçlarına sevdamı astım
Gece karanlığına öpüşleri
İhanet ve ölümleri
Anıları sıraladım
Ve bakamaz oldum
Sabaha çıkmaz artık bu gece
Çözünmez karanlığın dipleri

Terkediyorum
Ölüler diyarına göçmenin sızısıyla
Kahır ve telaşlarla
Sonsuzluğa !
*RUBAR ÖZGÜRDOGAN

Merhaba Sevgili ROZA-2


Akşam yorgun bir uykudan uyandığım güne, yeni umutlar ekerek kalkıyorum. Sabahın seyrine tohumlanmış düşleri güneşe uzatacak kadar sıcak ve zafer müjdeleyicisinin baharında yankılanıyor, gözlerimin ışıldayan göz bebekleri. Şimdi gülüşleriyle yorgun savaşçılar, eğilip ırmağa usulca ve derinden bir su içiyor ROZA ve ceylanların suya indiği dinginlikte, yurtsuz savaşçılar suya can veriyor. Bu hükmün çınladığı dağlarımızda, kentlerimizin duvarlarına çarparak evlerimize doluşan kıpırdamayı, sokaklarımıızı kazan belediye işçilerinin çalışma seslerine karışan emeklerinin ruhuma sinmeleridir ROZA.

Ağır, ağır gün akıyor akşama doğru ve harmanlanıyor akşam geceye doğru. İhanet parolasına yatan akşamlar, sokak sessizliğine dalmış mavi düşlerin, isyan çığlıklarına şahit duvarlarıyla, cinayetler kusar ROZA. Onlara göre sebepsiz hiçbir cinayet işlenmiyor ve haksızca işlenmiyor bu sokaklarda. Bu sokakların sahipleri, bu sokağın sakinlerinin töreleri ve yazılı olmayan kanunları, haklı kılmıştır ölümleri ve barışa fırsat tanımamıştır ROZA. Teslim alınmış beyinler, isyan etmenin köreltildiği bu sokaklarda, artık cepheleşmelerle, mevzilenmiş genç bedenler, yeni cinayetler kusmanın tetiğindeler. Gözler, düşmanı arayan aç aslanların ceylan pususuna yatmış perçinliğindedir. Acı ile yakılan ağıtlar anaların yüreklerinden ateş püskürür fakat cepheleri yıkacak kadar güçlü değil şimdilik ROZA. Ağıtlar çaresizliğin isyan öfkesine dönüşen intikam ruhunu koruyor. Kıpırdamalar yeni ölümlere gebe çağrımlar yapıyor. Kırılıyor her geçen gün yaşama azmi ve öldürmek yeniden yaratıyor genç bedenleri, yaşlıların ise yüreklerini. Kervandır bu ROZA, hep düşen bir ölü canın ardından yakılan ağıtı ve intikamı... Sürer yüzyıl boyunca bedenleri ve beyinleri teslim almış bu hükümler. Belki kurtarır, küçük bir bedenin koca yürekli insanı, devlere gere yok burada. Düşünebilen, varedecektir insan yaşamının tüm derinliklerini ve silecektir çöp gibi 21.yüzyılda orta çağ kalıntılarını. Bu sokağın duvarlarına artık kan değil, doğanın insanlar insanca buluştuğu özgür ve ölümsüz, kavgasız yarınları resmedecek, ressamlar yaratacaktır. Buna ihtiyaç var ROZA.


Şu beynim şişmekte rekorlara koşuyor ve ben şişmekte ısrar ediyorum. Üretmek buna hükümdür ROZA. Şimdi hasret türküleriyle, gece sessizliğine dalıyorum ve hiç olmadık derin bir düşe. Uyandırma beni sakın etrafımda her ne varsa, bu düşte olmak istiyorum, olmalıyım. Bir uyanışa kadar şimdilik seni terk ediyorum ROZA. Süresiz değildir bu, süreli olacaktır. Yeni bir çınlamayla, kalkacağım düşümden sana koşacağım ve en derinden sözlerle sana yakınlaşacağım. Bildirimler ötesinden sana yaşamın tıklıklarında siperleşmiş sevgimi toplatacağım ve sen bunları bir demet çiçek niyetine ruhuna sindireceksin. Kapattığında gözlerini, maviye çalar öpüşlerle sana haykıracağım...

Şimdilik hoşçakal ROZA.

*Rubar Özgürdogan

Merhaba Sevgili ROZA

 


Bugün iyi hissediyorum kendimi, küçük umutsuzlukların içimdeki cam kırıklarından başka birşey yok. Susmayı tercih edenlerdenim, yazmayı ise koşulsuzca rededemiyecek kadar tutkuluyum ve doğam gereği yazıyorum.
Beynimin bir profesör derinliğinde durmadığını biliyorum ama bir felsefecinin deltasında yuvarlandığımın farkındayım. Bir işçinin tüm sızında oldugumun açıklanmıyacak kadar ortasındayım. Ne sagında ne solun da, köşesinde de değil, bildiğin ortası tam ortasındayım.
Emekçidir beynim ve yüreğim ve bir emekçinin bilgeliğindedir. Durmaksızın çarpar bu yürek,durmadan üretir bu beyin.
Ögrenci dalgası gibi sürer gülüşlerim. Gülüşlerimde, bir ögrenci sloganı gibi illegal gülümsemelerdir. Küçük ve kaçamak gülüşlerden bahsediyorum ROZA. Kendimce yasaklar koyduğum bedenime, baskıcı bir devletin tüm tahakümünü sergiliyorum. Bedenimde sınırları aşacak hiçbir organ göremiyorum, ben korkak mıyım ROZA?

Bir akşam üstü, sokaklarda kaçmak, kaçışmak zorunluğundayım. Bahanesiz mevzi hazırlığındayım, cephanem yok, her sokak lambası benim kurtarılmış bölgem dışında kalıyor. Saldırı hazırlıklarım yoğunlaşıyor. Sessiz ve tedarikli bakışlarla yürürüm sokak lambasının üstüne ve kaldırdığım kafamın üstüne düşecek gibi yanmayan bu lambanın korkağıyım. Kaçıyorum... Bir soluk köşe başındayım ve yol alıyorum eve doğru. Ben deli değilim ROZA ! Ama tabi ve enerji kaynaklar bakanlığı ve buna parelel T.C devleti deli olabilir. Kimse ciddiye almayacak bu dediklerimi. Biliyor musun ROZA, o, lambalar yanmıyor.

Bırakalım bu dingin sohbetleri, beni dinle; Kış mevsimini hiç sevmem ben, oturur kışı izlerim hep ve asla dokunmam o soğuk kara,yagmura... Bir köşeden izlerim onları ve anlamaya çalışırım. Anlamıyorum bir türlü yoksa tanrı kendisi mi yağıyor? Sokakta insanlar soğuktan ölüyor, donuyor. Sokağın sakinleri, tanrının ne kadar soğuk olduğunu görüyor ROZA ve bundan dolayı ki ölüyorlar. Ben hiçbir zaman inanmam tanrının varolduğuna. Eger olsaydı o tanrı, yağdırırdı yine o karı, yağmuru, o kışı yaşatırdı ama insanlara sahip çıkmayacak insancıkları, yaratıkları yaratmazdı, celatları yaratmazdı. Yaratılanlar birbirini yemezlerdi. Sokak sakinlerini, tanrının insancıkları koruyamadı ve yem etti soğuğa ve dolayisıyla tanrı yaptı bütün bunları.

Doğam gereği ROZA, soruyorum ve...Tanrıyla konuşmayacak kadar dargın insanlar biliyorum. Neden hiç uğramaz bu tanrı? Olmayan birşeyin ümüdini yetirmemiş manyakların sorgulayıcısıyım ROZA. Tanrı diye aldatılan yüzyıllık insan, iyiliğe tapmayı ögrenemedi. Olmayan birşeye tapmayı da ögrenemedi çünkü o olmayanın çizgilerini çiğneyerek, ona ibadet etmeye devam ettiler ve yeryüzünün bütün çöplüğünü CAMi'ye, KİLİSE'ye topladılar. Hakim sınıflar, aç insanların korkuları üzerinden başka bir dünyanın yolunu kölelikle rehberlik ettiler ve kandırıldı insanlar daha çokta zavallılaştırıldı. Ölümden sonraki cenneti vaadeden tüm dinler ve onun tanrıları ile elçileri ve onlara inanan insancıkları, dönüp bana baksınlar. Afyondan düşünemeyen beyinlerini, beni dinleyerek temizlesinler. Ben şimdi ki, bu dünyadaki cenneti varetmeyi emrediyorum ve insanlık ilk işin safsataya karşı savaş ve haksız savaşın savaşçısı olmak. Ölümden sonrası değil, şimdi ki cennet için, yürü rahibenin, imamın ve sahtekar afyondan uçmuş insancıların üstüne. O kutsanmış duvarlara "En büyük günah cehalet" diye koca koca yazılar yazacağız ve insanın ilk şartı cehaleti yenmek ve iyiliğe tapmak ve şimdi ki cenneti yaratmaktır. Benim ayaetlerimi topla ROZA ama sakın tanrıya inanma ve ben asla tanrı sıfatını kabul etmem. Bazen tanrısal ve paygembersel yaklasımlarla, insanlıga yol olmak gerekir ve ben de bunu yapıyorum ROZA. Beni birtek sen anlıyorsun ROZA, hiç ama hiç itiraz etmiyorsun. Şimdilik hoşçakal.
*RUBAR ÖZGÜRDOĞAN

"Bu şiir Malatya morgu sakinlerinedir"

<><> <> <><> <> <><> <>
Bilirsiniz Bizim Gençleri Bilirsiniz bizim Malatyayı

Yanık bedenlere bu yaşamı feda etmiş bizim gençlerin morgu (!)

Ölüm orda küldür

Rengi; İnsanlık utancıdır!

Biz demiştik bakmayın öldüklerine



Şimdi de bakın yüreklerine

O kül olmuş bedeninin arkasındaki güzel insanlara

Ölümün hükmünü yok saydılar

Birlikte yürüdüler

Birlikte kül oldular

Aslında barbarları ortaya çıkardılar

Ve biz onları tanıyoruz (!)

Tarihten beri tanıdıgımız gibi

Yine onlar (!)

Ve bu kül, ateş olacak

Yanacak da yanacak

Yakacak da yakacak

Atılan suyu bile tutuşturacak

Susmayın DEVRİMİN ayak sesleridir bunlar

Ve kül olmuş insanlığın dirilişidir bunlar

Şafakta kızılın rengidir bunlar

Yıldızlar ORAK-ÇEKİÇe durur!

Bilirsiniz bizİm gençleri

Çeléden Malatya morguna,Toprağa uzanan sonsuzluk

Küllerin(özgürlüğüN) sahibi ASİ GENÇLERİ!

UNUTMADIK SİZİ.. ..

*Rubar Özgürdogan

SEVGİLİYE NOTLAR


Korkulacak hiçbirşey yoktur sevgilim

Tanrı tanımaz bir geleceğin bekleyişi

Savrulan gözlerin uçurumlara koşar

Korkma

Tanrı uzanır usulca

Kızıl karanfiller bekleyişinde suskundur
Ve unutulmuş bir kahrın sızısında
Sana dokunur.
Korkulacak hiçbirşey yoktur sevgilim
Yağmur damlar tüm ihanetiyle
Maya dilinde bir isyandır şimdi
Latin'lerde bir gülüş
Cudi de zafer
Şilide özgür yürüyüş
Ve mağlubiyetin kahır sızısında
Sana dokunur.
Korkulacak hiçbirşey yoktur sevgilim
Cami de sahtekar bir imam
Kilisede satılmış bir rahibe
Od'da ateşe tapan bir tanrısız
Kutsar tüm öpüşmeleri
Ve günahları
Günahın telaşında
Sana dokunur.
Korkulacak hiçbirşey yoktur sevgilim
Tırnaklarınla taşıdığın sevgin,günahınla yansın !
Umudunu yüreginin SOL'una iliştir
KIZIL düşlerin eksilmesin
Elbet kış yaşanacaktır fakat
İlk baharın,yaza gebe günleri de vardır
Ve asla
Mekkede olmayan tanrıya
Vatikanda görünen papazlara
Pariste aşklara
Ankarada politikacılara
İNANMA,KORK
VE ONLARA ATEŞLE DOKUN SEVGİLİM !
*RUBAR

NEWROZUN YİĞİTLERİNE

Ey umudun savaşan çocukları
Sirkelenecek dehaklar iktidarında
Demirci KAWA'nın ruhunda
Vatanın yigit militan ruhlu insanları

Barikatlar ardlarına öfkeyle haykırır
Boş şişler bombaya gebe bir öfke
Taşlar,yigit ordumun düzensiz savaşçılarının en etkili silahı
Sloganlar tüm planı deşifre ediyor
Yakılan ateşler zafere koşan halkla arşa yükselir

Yürü üstüne yürü
Yıkılacaktır dehakların iktidarı
Halka karşı örülen iktidarın aynsızları
Yürü üstüne yürü
Zafer ateş kadar sıcak
Artık sönmeyecek kadar bagrındadır bu halkın
Ve ezilenlerin...

*RUBAR
 

İnsan Yakmanın Zaman Aşımı Olmaz...


2 Temmuz 1993 yılında 35 kişinin yakılarak öldürüldüğü Sivas Katliamı’nın üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen ne failler, ne organizatörler bulundu. Devletin bütün katliamlarda olduğu gibi Sivas Katliamı’nda da izlediği yöntem değişmedi. Sözde yargılama adı altında 20 yıla yayılan katliam davasında savcı zaman aşımı talep ederek, devletin katliamdaki rolünü aklamayı tercih etti.  

8 Mart Emekçi Kadınlar Günü !

Emekci kadınlar diğer kadın işçiler gibi günde 8- 10 saat emeklerini satarak yaşamlarını kazanırken, diğer ev emekçisi kadınlar gibi işçinin ertesi gün yeniden üretmesi için evde de çalışmaya devam eder. Fabrikaların gelecekteki işçilerini yetiştirir. Burjuvazi, gider olarak gördüğü ve işçiden çaldığı hizmetleri aile çatısı altında “doğal iş bölümü” adında kadının üzerine yıkmıştır. Kadın, hem aşçı, hem hizmetçi, temizlikçi, çamaşırcı, bulaşıkçı, hasta, yaşlı ve de çocuk bakıcısıdır. Üstelik kendisinin de işçi olması durumunu değiştirmez daha da ağırlaştırır. Bu nedenle iki kez sömürülür kadın: Fabrikada hizmet ya da mal üreten işçi olarak, evde hizmet üreten emekçi olarak… Bu nedenle emekçi kadınların kapitalizme karşı öfkesi erkek emekçilerden iki kat daha fazladır.

Eğer kadın bir de ikinci ulus muamelesi görüyor, aşağılanıyor, yok sayılıyorsa, Kürt kadınlarında olduğu gibi ulusal olarak da, yani üçüncü kez sömürüye maruz kalır.

Kadının mücadelesi sınıfsal mücadeleden ayrılamaz, kopartılamaz. Kadının bir cins olarak mücadelesi de bu mücadelenin ertelenemez sorunlarındandır. Kapitalizm kadınların emeğini sömürmekle kalmaz. Kadına bir cins olarak da kendisini pazara sunmasını dayatır. Görüntüsüne, giyimine kuşamına göre çalışacakları seçer, onu vitrin gibi, eşya gibi görür. Ona eşya olmayı, edilgen olmayı, ikincil olmayı emreder. Tüketilen ve tüketen bir nesne… Her türlü taciz, aşağılanma ya da dayatmaların sorumluluğunu yine ona yükler. Kadının kapitalizmin cinsel sömürüsü karşısında da tek kurtuluş yolu yine sınıfsal mücadeleden geçer....

YASASIN EMEKCI KADINLARIN DEVRIM MÜCADELESI...
JİN JİYAN AZADİ ...

Bizim Çocuklarımız !

Şimdi itirazlı gözlerle bakar gökyüzüne bizim çocuklarımız.Kırbaç acısıyla nala kalkmış atın koşuşları kadar,şimdi tedirgin bir geleceğin bekçileridir bizim çocuklarımız.Ve hep bir koşuşmalardan arta kalan yarım hayallerin,sabaha gebe bir gecenin geçişleriyle doğrulur bizim çocuklarımız.


Sokakta işgal seslerine direnen ve satılmışlığın,kahpeliğin,çıkarcılığın,teslimiyetçi ihanetçiliğin kirliliğinden yoksun kalmayı bilmiş ve bugünün yaratıcısı her dönemin çocukları bugün bir başka çatmıştır kaşlarını.Genç yaşta,ömrünün baharında;mevzilerde,barikatlarda geleceğin resmini çizebilecek kadar sanatın ve inancın köhnemiş damarlarının,yaşamın ve zaferin soluğu gibi umudun sahibi çocuklarımız,bugün bu dönemin yaratan her dönemin çocukları,zaferi avuçlayacak kadar artık yakındır zafere bizim çocuklarımız.


Omuzladıkları silahları,dağ yolunda sırtını dağlara dönmüş bir halkın yaratıcısı her dönemin çocukları,bugünün yaratıcıları varolmanın çizgisinde dağlıdır,savaşçıdır,direnendir bizim çocuklarımız.


Bu halkın artık hesap sorma zamanı gelmiştir ve ellerinde silahlarıyla,yüreklerinde koca inançlrıyla genç bedenlerine sığdırdıkları koca zaferin çocukları,bugünün yaratıcıları,her kurşunun tarihsel misyonun geleceğini vareden isyancılardır bizim çocuklarımız.


Bu savaşın gerçekliğiyle,küçük bedenlerinde barındırdıkları koca yürekleri ve zihinleriyle ölümsüzleşip,halkın omuzlarında yolculanan her dönemin çocukları ve direnenleri,bugünün yaratıcıları unutulmamanın,umudun direngenliğiyle yeni  çocukların gözlerindeki ışıldayan inancın;Dağ başlarında,metropollerde,gecekondularda yakılan ateşlerle karanlığı aydınlatmanın ruhundadır bizim bugunun yaratıcıları onurlu çocuklarımız.

*RUBAR

http://www.kaypakkaya-partizan.org/content/bizim-cocuklarimiz-rubar-ozgurdogan

Başlıksız dipnotlar !

Ansızın uykularım kaçar
Düşün gecelerden kurşun yarası
Patlamış bir bombanın tahribatıyım
Ve etkiye maruz kalmış cam kırıkları
İhtimal verilmemiş bir suikastin sanığıyım
Mahkemede ucuz kahramanım


Kaybedilmiş gecelerden bir düşüm
Denizin ortasında batmış küçük bir sandal
Umuda yeltenmiş AFRİKA'lı zenci
Savaş gazisi BOSNA'lı
Karadan düşün,bir cinayet
Suistimal edilmiş vicdan tanıklığı
Ansızın cadde üstünde vurulmuşum
Düşün vakitlerden siyasi bir cinayetim
Faili meçhul(belli) toplu mezarım
Düşün Bitliste,Amedde gömü kemikleri


Ansızın patlarım ankarada
Düşün düşen her bedeni
Uykularım beni arar
Kelepçeli sorgularım,işkence geceleri
Düşün vakitlerden tutsak bir türkü
Ceza yağdırılmış Newroz kutlaması
Düşün açlık grevinde dönüşümsüz ölümlüyüm


Ansızın Zerdeştin ateşiyim
Koy vermiş bir başkaldırıyım
Düşün vakitlerden Nisan yağmuru
Zagrostan yürümeye başladık
Engizek dağlarında pusuya yatılmışım
İlk kurşun yarasını almışım
Gülümse,
Ay ışığında vurgunum
Geriye dönük bir ölüm tarlasıyım
Vakit tamamdır
Anlaşılır bir intihar
Ayrıntılarda kahraman bir gerillayım


Günlüğe kan sıçramış,yurtsuz savaşçı
Beni anımsar son cümlesinde
Düşün,mücadelenin kızıl duruşuyum
Sonu gelmemiş bir anlayış
Nokta konmamış,virgülle yarım kalan günlüğüm


Artık hecelerim sözcüklere
Sözcüklerim cümlelere
Cümlelerim prağrafa
Prağraflarım düz yazıya
Uygarlığın çatışmasından,düz yazı halini alıyor
Düşün son noktası olmayan yaram kalan günlüğün virgülüyüm


Mülteci bir kaçakçıyım,gece maviye çalar
Umud bağrımda ateş parçası
Düşün kimlik köntrolunde polisi vurmuşum
İki defa kaçayçıyım şimdi
Vakitlerden sınır ihlali
Başka bir uygarlığa yolcuyum
Radyodan anos edilmiş kaçakçı öyküsü
Gülümse,kendimi dinliyorum


Trabzon caddesinde umutsuz bir alkolikim
Her içişimde tanrıya ayin ederim.
Ansızın olmayan umutları sıraya dizer,kurşuna tutarım
Yaşam hakkı tanımam artık hiçbirine
Hayallerimi bir bir idam ederim,sorgusuz
Gözlerimin başka yerlere kaymamasını mahkum ederim
Kırlangıçlara lanet eder,küfürler basarım
Bir küşe başını mesken tutar,kıralın yeri diye hısrlanıırm
Boş şişeleri dizer,katlettiğim umutlarımla doldururum
Şişelerin kapaklarını ise,idam ettiğim hayallerimi yapar
Düşün gecelerden sevda yüklü bir yağmurum
Islatırım gelip geçenleri
Sorgusuz kimin küfrüne kimin sevinçlerine maruz kalırım
Boşlukları doldururcasına yağarım
Sınırda bir kaçakçıyı
Suç üstünde bir zanlı
İntihara kalkışan melekolik bir genci
Polisle çatışan bir anarşisti
Sokak aralarında yürüyen rocklıları
Çifte kumruları
Çocukları
Kadınları
Genç kızları
Alabildiğine insanları
Köşe kaçışları teleşına kapılan hayvanları
ISLATIRIM
Gülümse günlerden bugün yağmurum


Ansızın başlar ayrılık ateşleri
Terk ediyorum bugün dünyayı
Ve seni terk ediyorum
Uçurumları sana bırakıyorum
Düşün vakitlerden ölüm saatleri
Kimliksiz bir dokunuş
Faili meçhul(belli) bir kurşun gelir bana
Yere düşmüşüm kan revan
Kimsesizler mezarlığına yolculanmışım
Arkamda boş bir kovan birde kan
Şimdi toprak beni kucaklar
Düşün vakitlerden yeraltındayım
Gülümse,ölüm benim

ROZA ile Diyaloglar (!)

ROZA


*Kolan kolan digerîm Roza.Dineqé bénavîm,baqileké béhişîm.Çavîya çavemîn ronayî girtîye,ez di tarîda digerîm.Tarîda,ronayiqeké tarî digerîm,stérkan dibînîm,deste xwe diréjdikim,bi dilda gotinén bêmane dibejîm.Roza,ez zanîm kû stérkan piştin xwe dane bi min.Bî hévîyekî coş,bî agireqé germ di tarîda,ronayiqeké tarî digerîm,bébext digerîm u béhiş digerîm.Dema kû mîn dît,eze tew bala xwe nedîm.Heya wendabikîm,bi çaven xwe méze bikîme,dûra xweneqé diréjda herîm,belkî tew ranebîm Roza.Tû mîn şiyar biké,bî maçiqeké germ (!) Bîr meke dî ronayî da şiyar biké.





*Uykusuz bir geceden,umut dolu yeni bir güne uyandık ROZA.Şimdi güneş,en özgür halleriyle dünyanın dört parçasına savurduğu ışınlarını kim bilir daha nerde kimleri bizim gibi yeni doğan günün umuduna tohum serpmişçesine yeni soluklara gebe bir günün yaratacısı olmuştur.Hafiften rüzgar esiyor,gece duvarlarımızı devrim için ödünç kulanan yoldaşların sloganlarıyla dolu.Çocuk sersemliğinde,sevgililer geçiyor ROZA.Arabalar,insanlar hep soluk soluğa bir koşuşmanın içinde,çoğu şaşırmış bir halin ortasında yolunu bulmaya çalışıyor ama belliki sistem yolları kayalarla doldurmuş.Binanın enüst katında intihar meilindeki bir genç,çırılçıplak bu sistemi anlatmaktadır ROZA...Hiç umudunu yetirmemiş işçiler var biraz ilerde,işporttacılar hatta dilenciler onlar bile bu sistemi açıklıyor fakat onlar yenilmiş görünen halerinin ardından bir zafer saklıyorlar,her soluk alışları ve her yeni güne uyanışları buna kanıttır.Şimdi çocuk olmak vardı ROZA,belki gülümsemelerimizin arda bırakılmış bir anlam taşırdı fakat hiç büyüyemeyenler oldu,çocuk yaşta öldürenler oldu.Onlar da ölümün kan rengiyle koca adamlar sayıldılar,UĞURU söylüyorum ROZA...Bence bırakalım doganın diyalektik işleyişine,biz asıl olan bu kirliliklerin ortadan kaldırılması gereken KIZIL-ŞAFAKLARI yaratmanın gayretinde olalım ve inanıyorum ki ROZA,birgün biz kıızl devrim marşlarıyla yatagımızdan,doğan güneşe bakacagız ve güneş daha aydınlık saçarken...Umutlar yarına ROZA.. (!)







*Sabah olmasına az kaldı Roza.Sen hala alkolün ve sex'in körelmiş damarlarından,sabahın seyrine indirgenmiş güneş ışıltısında,gözlerini açma telaşındayken,gece duvarlarımıza boşaltığımız öfkemizi,dışadarda siren sesleriyle,çakal uğultusuna karışan aynasızların koşuşmaları,devrimcilerin karşılık vermesiyle dumanlar yükseliyor...





*Sokak başındayım Roza,sokağın içinde oynayan çocuklar umudun yaşadığını teşhir ediyor.





*Defişre olmuş sabahlarım,gece baskınlarına gebe ROZA.



*ROZA,cadde üstünde volta atan fahişelerden gözünü ayır artık.Bir gece vakti,körelmiş bir sex'in kadınlarıdır,onu kurtaracak olan sabahın kızıllığıdır.








‎*Ağla ROZA,ben dün gece ağladım.Dışarda yağan gürül gürül yağmurun,sarsılan elektirik direklerinin,rüzgara dayanamayıp düşüşlerindeki çıkan sesten irkilen ve uyanan küçük bir çocugun,gözyaşlarından avuçlarına inen hıçkırığın sızında ağladım.

-İhanetin,adı konmamış soysuzluğunda,kirletilmiş ve hükmünü yetirmiş sevdaların ayrılık damarlarında pıhtılaşan yüreklerin koca isyan dalgalarında ağladım.

-Tabuları yıkılmamış,fedodal bir toplumun damarlarından yükselen illegal kanunlar olarak kabul edilen törelerin,genç bir kadının tüm korkularını ölümüne sindirerek,sevdası uğruna başkaldırma heybetini gösterdiği kadar yürekten ağladım.

-Bir tutsağın,özgürlüge olan bağlılığını yeniden dillendiren cezaevi isyanında,faşist askerlerin mermisine tüm onuruyla siper edecek kadar,utangıçlığımı duygularımın içine hapsederek ağladım.AĞLA ROZA,DÜN GECE BEN AĞLADIM (!)







*Öfkemle çakıyorum kibritimi ve hızlı bir telaşın nefretiyle çektiğim ilk dumanında yarılanıyor cigaram;Roza,bugün dışarda yağmur yağıyor (!) Birileri kaba kuvvet mağduru,kan sıçrıyor sokağa..Polis şiddetine maruz kalmış gençlerin sloganları var.Roza dışarda,iktidar var,iktidarın muhalefeti var (!)








*Şev were bamîn ROZA.Xwen,mirin bûye lî çavemin.Brûsk,vedidin li ser xeyalêmîn,xwîn dibe gotinên mîn,were bamîn ROZA.Ezê birevîm şevekê li wan deran,dûr biçim ROZA,pîr dûr.Tû jî vere bimîn rê,heta kûbayê,hîn jî dûr em biçin.Dûr herîn ROZA.Payîzeqé benav te min,bi hérsekî mezin û sermaqeki xerbî té min.Roj lî sermîn hil nadé ROZA.Tû bibe rojamîn,ez be roj mam,be xwen,be xeyal,be jiyan û bîxwe mam Roza...

*RUBAR



Halil Uysal(Dağ) anısına...


Video Yapımı:Rubar Özgürdogan

Halil Uysal..Diğer adı Halil Dağ..

1973 yılında Almanya’da doğan ve gerçek adı Halil İbrahim Uysal olan Kürt yönetmen, kısa bir süre kalmak için 1995’te ayak bastığı Kürdistan dağlarından çok etkilendi ve gerilla yaşamına başladı. İlk dönemlerinde dağlarda gerillaları, gerilla yaşamını fotoğraflayan Uysal, süreç içinde kısa film denemeleri yaptı. 2006 yılında Kürt kamuoyu tarafından çok beğenilen “Beritan” filmini çeken Uysal, Kürdistan’daki gerilla yaşamını anlatacak “Ağrı Dağı’na Yürüyenler” adlı projesi için bir süreden beri Kuzey Kürdistan’da bulunuyordu. 

1995 yılından bu yana Kürt özgürlük mücadelesinin saflarında bulunan ve adından en çok 2006 yılında çekilen Beritan filmiyle söz ettiren yönetmen-yazar Halil Uysal, Besta bölgesinde Türk ordusuyla yaşanan bir çatışmada 3 gerilla arkadaşıyla birlikte hayatını kaybetti. 


Özgür Kürt basının temsilcilerinden biri olan Uysal, ayrıca Kürdistan’ı, Kürt gerillasını anlattığı çok sayıda makale kaleme aldı. Uysal’ın gerillada yaşadığı anılarını 1998 yılında yayınladığı “Halil’in Gözü” adlı kitabında toplamıştı. 

Halil Uysal’in çektiği ve şuana kadar yayınlanmış filmleri:

2007 (Zagros için bir şarkı)Ein Lied für Zagros
2006 Beritan
2002 Eyna Bejnê (Boy Aynası)
2002 Tirej 
2003 Dema Jin Hezbike
Nepaniya Rûye Me
Firmeskên Ava Zê (Zap’ın Gözyaşları) 

Dağlı olmak (!)

Benim ülkeme,en berbat kış yaşanır.Yağmurda selde,karda mahsuruzdur.Benim ülkemde,kardeşiz diye bizi kandıranlar bile bu kötü hava şartlarında daha beter.Benim ülkem,ikliminden dert yanmıyor,kardeşlik adı altında kandırılıp,bir çocuk saflığında özünden koparılmaya çalışılmasından dert yanıyor ve bu yüzdendir ki hep bir isyan dalgası süre gelmiştir.Binlerce insanımızı bu acımasızlığın içinde gözlerini dünyaya açmış,yasak bir dilin ve kimliğin sahibi bir halkın insanları olarak var olmaya çalışmışız.Çeyrek asrını dağlara dönen halkım,15 ile 18'ine basan evlatlarını dağlı yollara dağlılarını göndermenin(gitmenin) şaşkınlığındadır.Dağlılar bu dağ yolunda olmasa yok olmak,kardeşiz diyenlerin bizi yok etmeleri gerekecektir.Göndermek(gitmek) bir şaşkınlık,göndermemek yok olmak.Benim ülkem sahte kardeşleri(iktidarları) tarafından vurulmaya devam ediliyor,tutsaklığa devam ediliyor,sürgüne,açlığa mahkum ediliyor.Benim halkım dağlıların namlu uçlarında var olmanın teminatındadır.Dağlı yollar,benim ülkemde herkezin yolu demektir yoksa yok olmak bile bile vincansızlıktır.Dağlar,dağlı olmak benim ülkemde VAR OLMAKTIR (!)

*RUBAR

Umudun çocuklarına ve sana

Bir gün, gözbebeklerimizde hışırdayan yaprakların nemi, yeminimizin alın teri gibi asılırsa, şakağımızda uğuldayan sancının, kızıla dönen şehla sancağına ve ay ışığının sarkacında şahlanan çocukluğumuz, bedeli ödenmeden yaşanırsa, SERHAD’ın tenha kasabalarının yağmurlu sokaklarında...

Bir gün, UMUT’u sorduklarında çocuklarımıza, ölümü değil de AŞK’ı söylerlerse soranlara ve çocuklarımız, ellerinde bir papatya demetiyle, mavinin sonsuz ve ASİ ufkuna dikip misket misket gözlerini, düşlerlerse aklanmış bir YARIN’a dair, DÊRSİMCE bir MERHABA’yı...
O gün, AMED kentinin yüzyıllık surlarında bayraklaşan ölüm çalgıları, misket bombalarıyla ve genç bedenlerin kulaklarımızı sağırlaştıran ayaz ayaz çığlıklarıyla değil, eğilmeyen ŞAHMERAN yumruğumuzla çalacak son defa.
Bir gün, ZÜMRÜD-Ü ANKA söylencesi dile gelirse dağlarımızda, kimyası bozulan palyaço belleklerin, kimyasal silahlarının ölüm kokan nefesi yerine...
O gün, sıra sıra dizilmiş, kömürleşmiş bedenler içinden, çocuğunu tanıyamamanın utancını yaşamayacak, elleri nasır tutan MEZAPOTAMYALI analar. Ve DNA testlerinde yitip giden bir ad olmayacak, anaların gözlerinde, kimliksiz evlatlar.
Bir gün, MEM Û ZÎN’de şahlanıp, asırlarca dinmeyen Kürtçe sevdalara, kör baltalarını indirmekte olan cellatlara, güneşte demlenen çayımızla selam edip, tebessüm ederek anlattığımızda, dilsizliğin katl-i fermanı olduğunu bu halkın ve süngülerin, bir dili kanata kanata, o dili yeniden doğuran sonsuz bir tufan olduğunu, bu topraklarda...
O gün, karanlık ve umarsız gecelerin puslu ağıdı, şafağın kızıllığında boğulacak ve genç savaşçıların kefenlenmemiş cesetleri, çıkarılarak atıldıkları kuyulardan, yeniden gömülecekler, dillerinin en derin sözcüklerine ve üzerine hiçbir zaman gece düşmeyen DİCLE’nin özgür kıyılarında, cesetlere kin bilenmeyen bir ülkenin özgür aydınlığına, bir çiğ damlası olup düşecekler son defa!
Bir gün, gözbebeklerimizde hışırdayan yaprakların nemi, yeminimizin alın teri gibi asılırsa, şakağımızda uğuldayan sancının, kızıla dönen şehla sancağına ve ay ışığının sarkacında şahlanan çocukluğumuz, bedeli ödenmeden yaşanırsa, SERHAD’ın tenha kasabalarının yağmurlu sokaklarında...
O gün, ASMÎN’ler gülümseyerek açacak, hançerlenen rüyalarımızda...
Bir gün, fail-i meçhullerin, aslında fail-i malum olduğunu anlarsa BATI’nın körelen yürekleri ve ölmek için değil, cemrenin NEWROZ’da BAHAR’a düştüğü gibi, artık yaşamak için düşersek, analarımızın toprak gibi bereketli rahimlerinde, yaşamanın adil sularına...
O gün, bir BERFÎN, özgürlüğün neden ve nasıl kazanıldığını anlatacak, uzak kentlerin sağır sultanlarına...
Bir gün, MUNZUR’dan ağzımızla damıttığımız sularla, yalnızca ecelden ve sevdadan ölen bedenler yıkanmaya başlarsa musalla taşlarında ve şarlatan istilalara boyun eğmeyen tenimizin çelikleşen ayazı, kızlarımızın sonsuz bir IRMAK gibi çağıldayan ellerinde yakılacak olan, büyük ve görkemli şenlik ateşlerinde harlanırsa yeniden...
O gün, müebbetlik militan, yeniden tutacak sevdiği kadının elini, düşlediği gibi, İSTANBUL’da SONBAHAR’da, KADIKÖY’de SİNEMA’nın önünde, yağmurla ıslanırken arnavut kaldırımlar ve rüzgar, usulca bir tedirginlikle, serin bir kış sabahına el vermeye yeltenirken yeniden. Ve pusu’larla yarım bırakılan bir bardak demli çay, beklemeyi bilen bir kadının gözlerindeki buğuyla, AŞK diye öğretilen yalanlara gülümseyerek hala, müebbetlik militanı beklemekte, caddeyi seyretmekte olan o devrilmiş masada...
Bir gün, iki dudak arasında hükme bağlanan infazlar, iki el arasında çoğalan anlamsız alkışlar, iki kaş arasında siyaha boyanan onursuz alanlar, iki sınır arasında bedenleri kurutulan analar, iki vicdan arasında derinleşen uçurumlar, iki kent arasında uzayıp giden mezarlıklar, iki yalan arasında pusulasını yitiren doğrular... Sonlanırsa ve karartmalar uygulanan kentlere iade edilirse, kendilerinden çalınan güvenli akşamlar..
O gün, iki dil arasındaki tercüme hataları temizlenecek sözlüklerden. 
Bir gün, sofralarımıza dadanan bu yağma ve zulüm, iblisin nefretini aratmayan bu acımasız ve büyük sürgün, kapılarımızdan tebdil-i kıyafet girip, genç bedenler için sırasını yaşlılardan çalan bu karanlık ÖLÜM, ülkemize dadanan ve NUH’u utandıran bu dinmeyen tufan ve nice nice çığlıkla alnımızın aklığından sızan bu amansız kan, aklanırsa yaralarımızdan!
O gün, uzun yağmurlardan sonra göklerine dönecek göçmen kuşlar yeniden ve kanatları sonsuzluğa çarpan bir kırlangıç şahlanırken gözlerimizde, alnımıza kazınan imla, padişah fermanına baş eğmeyen bir İSYAN olacak son defa!
Bir gün, çocuğun görkemli tırnaklarıyla tutunduğu şafağın, gecenin zulmünü aydınlatan mum ışığı olduğu, bir BARIŞ çığlığıyla dillenirse; okullarda, sokaklarda, sefil gazetelerin satılmış köşe yazılarında, zindanlarda, uzak kentlerde, haber bültenlerinin ağzı kanlı söylev çığırtkanlığında, ilimsiz bilim erbabında, bayrak törenlerinde, omzunun üstünde eğri başlarla yaşayan süslü insan pozlarında...
O gün, mutluluğun resmi geçit töreni, boşluğa bakarken yüklendiği anlamsızlıkla değil, YAŞAM’a bakarken boyandığı çiçeklerle çekilecek, gülümseyen fotoğraflarda...
Bir gün, keskin gözlerini, ARALIK bir kış sabahı yaşama açan kızımın, EYLÜL’ü anımsatmakta olan çekik gözlerinde çoğalan hüzün, yaşları büyütülerek idam sehpalarında sallandırılan çocukların kirpiklerinden silinirse ansızın...
O gün, uzaklıkla cezalandırılan iki insan arasında, tanımlanmış bir anı olarak kalacak, dudağımızdaki MOR salkımları kanatan bu SÜRGÜN... 
Bir gün, nefesleri artık tenlerini buğulandırmayan gençlerin işkenceden geçmiş cesetlerini, haber bültenlerinin sefil ve seçkin insancıkları, hesabı soruldu şarlatanlığıyla ve sanki ölüm, bir müjdeymişçesine, „son dakika“ çığırtkanlığıyla dillendirmekten vazgeçtiğinde...
O gün, bir daha anlaşılacak, onurlu bir insanın ancak ölüm karşısında el pençe divan duracağı ve o an, pusulasını şaşıran dünya, yüzünü çevirip NAMUS’a, orada kalacak son defa!

*WELAT DÊRSİM.


kaynak:
http://politikart1.blogspot.com/

Kızıl Gözlüm




Gelirim bir gün özgürlüğümü alıp yanıma
Firar ederim hayattan
Maktülü meçhul bir aşk olurumda gelirim
Failimi bilmez kimseler bu sefer
Bir iz taşır vücudum her firardan
Ya ölümdür ya zulümdür Kızıl Gözlüm
Ya maktül olur gelirim
Ya da zulmün izlerini taşıyan faili meçhul bir dava
Dayan Kızıl Gözlüm
Kod adım: Anka’dır benim
Her yumrukta uçarım devrimlere
Her sloganda bir çığlık olurum da düşerim faillerin aklına
Unutma Kızıl Gözlüm !
Her devrimde doğarım tekrar
Kod adım: Anka’dır benim
Siper olurum zalimin zulmüne karşı
Mazlumun göz yaşında düşerim toprağa
Can olurum filizlenirim tekrar, güneşe uzanırım dağlarda
Alırım rüzgarın ordusunu arkama
Gökyüzünden inerim bir fırtına olurum
Faşiste, kaypağa, işbirlikçiye
Dağıtırım hepsini kanatlarımla
Merak etme Kızıl Gözlüm yakındır
Yakındır vuslat gününe
Yakındır Kızıl Gözlüm kaldır başını
Sık yumruğunu, sloganlar at mavzerleri parçalarcasına 
Ve vur hayinlerin başına çekici orağı...  

Şerîf Zînar

Ey halkım !

İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. ÖLDÜRÜLDÜK EY HALKIM UNUTMA BİZİ !

Fahişe.!.

Şimdi fahişe bir yanlızlıktır,ölüm imgelerine sinen
Tutunamayacak kadar, oruspu bir bakıştır
Gecenin tenhasına intihar süsü verilmiş kahpeliktir
Yüzün deltasında dolanan o*çocugudur
Ve satlık bir öpüş kadar
Gülümser acının pezevengine
Kusar,ömrün yarı satlık akıntılarına
Vurur en dipten derin bir sızı kadar
Fahişe direngenligiyle

Gece çatlaklarında vurur bedenine
Közlenmiş bir ateş kadar
çıplak bedenin fahişe yüzü
Utangaçlıgın damar köklerine ulaştıgı kadar
satılmışlıgın sıçradıgı gögsün
Bardak dibinde kalmış şarap Kızıllıgında
Ve satılmışlıgın iki yüzlülüğü
Fahişe direngenligi kadar

*RUBAR

SEVDALARIM


Kan rengindedir benim sevdalarım
keskin ve barut kokusuyladır
yagmur damlacıkları kadar nazik
bir o kadar da kan renginde yara sızısındadır

ihanetin kör kahpeligidir benim sevdam
daragacı ve bıçak kadar kesinliktir
fırtına kadar acımasızdır,yıkar
bir o kadar da sevda yüreklidir

her akşam meydana bakan kıyıya yanaşırım
bir biranın ölüm renginden konusurum
elimde kan kırmızısında pıhtılaşmış güller
yarına gebe bir sabah vakti
ölüm kadar uykudadır benim sevdam

*RUBAR

(!)

Ölmek bir eylemdir !
İdeolojisi intihardır !

Yaşama aykırı hareket etmek !
gülebilmektir !

Olagandışı sürüklenmek !
Yaşama arzusudur !

*RUBAR